Geçmişte Türk Kültürü Özellikleri ve Gelenekleri

Minik Tospik yazdı. 12 Temmuz 2021 2.108 okunma

Orta Asya, Doğu Akdeniz, Anadolu ve İslam kültürleriyle yüzyıllardır kurduğu iletişimle kendini değiştirerek veya geliştirerek Türk kültürü zengin ve heterojen yapıdadır. Kurulan ilk devletlerden beri süregelen alışkanlıkların yanında Selçuklu ve Osmanlı, hatta Cumhuriyet dönemlerinin de Türk geleneğine katkısı olmuştur. Günümüzde uluslara özgü kültürler, gelenek ve göreneklerin değeri dijital çağın gelişmesiyle değerini yitirmeye başlasa da özümüzü tanımanın önemi aşikardır. Yüzyıllardır varlığını koruyan bu kültürün kimi ögeleri elbette ki tanıdık gelebilir…

Yaşam Şekli

Öncelikle Avrasya olarak adlandırılan bölgeye yayılan Türklerin en belirgin kültürel alışkanlıkları arasında dedelerin isimlerinin torunlara verilmesi ve pek çok yöresinde kişilerin adlarının sıfatlarla nitelendirilmesi vardır. Türklerin bu döneminde günlük hayatta milli takvim kullanılırken kültürel durumlarda, İslamiyet kültürünün etkisiyle hicri takvim kullanımı devam eder ve Recep, Şaban, Ramazan ayları hem isim olarak hem de dinin günlük yaşamdaki yansıması olarak kullanılır.

Anadolu’ya göç ettikten sonra çadır hayatını bırakıp kent yerleşim şekline geçen Türkler, yüzyıllar boyunca ahşap evlerden, Osmanlı’nın gösterişli saraylarına, apartmanlara ve günümüzde site gibi toplu yerleşmelere geçmişlerdir. Evlerin içinde kilimden halıya, iskemleden sandalyeye, sedirden koltuğa, tahta pencerelerden pimapen pencerelere çevrilen modern dünyaya ayak uyduran dekorasyonlara geçilmiştir. Eski Türklerde, geniş ailelerin birlikte yaşaması alışkanlığı bulunurken bu alışkanlığın git gide azalmasıyla günümüzde artık her çekirdek ailenin kendine ait evi vardır.

Eski Türkler, genellikle geçimlerini hayvancılık, tarım, dokumacılık, ayakkabıcılık ve terzilik gibi mesleklerle sağlamaktadır. Hayvancılıkta at, manda, eşek, sığır, deve, keçi, arı, tavuk ve ördek yetiştiriciliği bulunurken tarım endüstrisi epey gelişmiştir, toprak ve iklim yapısının elverişli olduğu tüm sebze ve meyveler üretilmiştir. Öte yandan, çarşı ve bedesten gibi alışveriş noktalarından günümüzde marketlere ve süpermarketlere geçiş yapılsa da eski Türklerde de görülen semt pazarları kültürü şimdilerde hala devam etmektedir.

Ayrıca Kızılderililer Türk Mü? adlı yazımıza göz atabilirsiniz.

Sanat

İlk olarak göçebe yaşam tarzını benimseyen Türkler, Bozkır Kültürü olarak tanınırlar. Hayvancılığa dayanan yaşam şekilleri dolayısıyla Türk sanatında hayvan motifleri en tipik özelliklerden olmuştur. Çadırlarda yaşadıkları için bu dönemde mimari üslupların görülmediği Türk kültüründe yazın kullandıkları ‘yaylak’ ve kışın kullandıkları ‘kışlak’ çadırlarını süsleme geleneği oluşmuştur. Türk sanatında kubbe ve yuvarlak kümbet anlayışlarının ortaya çıkması bu geleneğe dayanmaktadır. Öte yandan, dini inançlarının getirisi olarak mezarları için yaptıkları balbal ve heykeller bu dönem Türk kültürünün ögelerinden sayılabilmektedir.

Uygur Dönemi’nde yerleşik hayata geçilmesi ve sonrasında İslamiyet’in kabulüyle birlikte Türk kültür ve sanatında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Dini mimarinin önemi artmış, minyatür sanatını İslam dünyasına öğreten Türkler olmuştur. Selçuklu Dönemi’nden itibaren mimariye yerleşen motifler arasında hayvan ve bitki resimlerinin yanı sıra geometrik şekiller ve yazılar da bulunmaktadır. Dini mimarinin yanında askeri mimarinin ögelerinden sur, kale ve hisarlar; ticaret mimarisinde kervansaray ve köprüler; süsleme sanatında ise çini, minyatür, halı ve kilim dokumacılığı gelişmiştir.

Osmanlı Dönemi’nde tüm bu gelişmeler zirveye ulaşmıştır. Mimar Sinan gibi usta zanaatkar ve sanatçıların katkısıyla şaheser niteliğinde mimari ve sanatsal eserler meydana gelmiştir. Osmanlı’nın son zamanlarında ise milliyetçilik akımının etkisiyle kültür, sanat ve mimaride milli tarz yaratılmak istenmiştir. Cumhuriyet’in kurulduğu ilk zamanlarda da bu yaklaşım devam etmiş, sonrasında yaşanan II. Dünya Savaşı etkisiyle mimariye Batı etkisi hâkim olmaya başlamıştır.

Türk Dili ve Edebiyatı

Türkler var oldukları süre boyunca Uygur, Göktürk, Arap, Mani, Brahmi, Grek, Süryani, İbrani, Kiril, Latin alfabelerini kullanmıştır. Bu çeşitlilik hem eski Türklerde hem günümüz dil ve edebiyatına etki etmiştir. İslamiyet’in kabulüne kadar olan süreçte milli dillerini kullanırken İslamiyet’i kabul etmeleriyle Arapça ve Farsça etkisi görülmüştür. Türk dil ve edebiyatının bilinen en eski yazılı eseri Göktürk dilinde yazılmış Göktürk Kitabeleri’dir. Daha sonra Osmanlı döneminde, öz Türkçe’nin Arap alfabeleriyle yazılmasından Osmanlıca dili ortaya çıkmıştır.

Saray çevrelerinde, Arap ve Fars edebiyatlarının etkisiyle ağır ve ağdalı edebiyat anlayışı yayılmış, hatta bu anlayışa Divan Edebiyatı denmiştir. Osmanlı’nın son zamanlarında Batı ülkelerine giderek eğitim alan aydınlar tarafından Batı’nın edebi türleri de Türk edebiyatına uyarlanmaya çalışılmış, çoğu yeni türün ilk eserleri bu dönemde ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra hız kazanan millileşme çalışmalarıyla 1928 yılında Harf İnkılabı yapılmış ve Arap alfabesi bırakılarak yerine Latin alfabesi resmi olarak kabul edilmiştir. Sonrasında Atatürk’ün isteğiyle, Türk dilinin araştırılması, sadeleştirilmesi, sözlük çalışmaları ve yabancı etkilerden arındırılması adına 1932’de Türk Dil Kurumu kurulmuştur.

Türk Müziği

Geleneksel Türk müziğinin kökeni iki ayrı kol olarak Selçuklu dönemine kadar uzanmaktadır. Bu iki ayrı kol, halk etrafında gelişen halk müziği ile aristokrasi etrafında gelişen Klasik Türk müziğidir. Örneğin, Osmanlı döneminde saray çevresinde ve üst düzey konaklarda beste, semai, kâr, şarkı gibi türlere rastlanırken köylerde, halk arasında türkü, uzun hava, zeybek, oyun havası ve bozlak gibi türler görülmektedir. Dolayısıyla, sanat çevresinde gelişen Türk klasik müziği için günümüzün Türk Saat Müziğinin temeli; halk çevresinde gelişen müziğin ise günümüzün Türk Halk Müziğinin temelini oluşturduğunu söylemek mümkündür.

Cumhuriyet’in kabulünden sonra yapılan devrimler sırasında Klasik Batı müziği de Türk kültüründe önemli ölçüde yer edinmiştir. Ankara’da 1924 senesinde Musiki Muallim Mektebi kurulmuş ve yetenekli gençler Avrupa’ya gönderilerek eğitim almaları sağlanmıştır. Bu gençlerden Cemal Reşit Rey, çok sesli sanat müziğinde kendini Batı’da tanıtan ilk Türk sanatçı olmuştur.

Din ve İnanış

İslamiyet öncesi Türk inanç sistemine Gök Tanrı inancı hakimdir. Gök Tanrı göğün yedinci katında oturan yaratıcıdır ve dünya yer, gök ve yer altı olmak üzere üç kattan oluşmaktadır.

Türklerin hükümdarına dünyayı yönetmesi için yetki, yani ‘Kut’, Gök Tanrı tarafından verilmektedir. Aynı zamanda, dini törenleri idare eden Şamanlardan yola çıkarak Şamanizm, ölümden sonra hayata inancın etkisiyle atalar kültü ve göçebe hayatın getirisiyle her varlığın ruhu olduğuna dair inanç olan tabiat kuvvetlerine inanma gelenekleri bulunmaktadır. Bunlar eski Türklerde din kültürünün önemli parçalarındandır. Ancak yerleşik hayata geçtikten sonra Budizm ve Maniheizm’i benimseyen Uygurlar, Musevi olan Hazarlar ve Hristiyanlığı benimseyen Bulgarlar gibi farklı dini yönelimlere sahip Türk toplumları da olmuştur. İslamiyet’in kabulünden beri Türkler büyük oranda bu dini benimsemişler ve dinin kültüründen büyük oranda etkilenmişlerdir.

Spor

Eski dönemlerde Türkler, bedensel faaliyetleri genellikle savaşa hazırlık çalışması olarak düşünmüş ve savaşlarda faydalı olacak spor dallarına yönelmiştir. Dolayısıyla, en çok ilgi gören spor dalları arasında okçuluk, binicilik ve ata sporumuz olarak tanınan güreş bulunmaktadır.

Okçuluğa verilen önem sayesinde Türk tarihinde sayıları oldukça fazla olan savaşlarda büyük üstünlük kazanılmış ve ok-yay sembolleri Türk kültüründe hayatta kalma çabasını anlatır hale gelmiştir. Binicilik ise Türklerle beraber dünyaya yayılmıştır denebilir çünkü atların ehlileştirilmesi ilk olarak Türk toplumları tarafından gerçekleştirilmiştir. Osmanlı ile Türk kültürüne dahil olarak ata sporu haline gelen güreş ise, padişahların bu spora sahip çıkması ve gelişmesi için spor tekkeleri kurmasıyla oldukça gelişmiştir.

Ayrıca Gayrimüslim Türk Topluluklarının İnanışları ve Bulunduğu Bölgeler adlı yazımızı inceleyebilirsiniz.

Türk Mutfağı

Günümüz Türk mutfağı, öncelikli olarak Osmanlı mutfağının mirası konumundadır. Osmanlı mutfağı ise Türk, Yunan, Balkan ve Ortadoğu ağırlıklı olmak üzere içerisinde barındırdığı ulusların yemek kültürlerinden harmanlanmıştır. Türkler, Orta Asya’dan yoğurt gibi geleneksel yemeklerini, diğer ulusların çeşitli yemek pişirme alışkanlıklarıyla ve Orta Doğu mutfağıyla birleştirmişlerdir. Dolayısıyla geleneksel Türk mutfağına homojen yapıda demek mümkün değildir. Öte yandan Türk mutfağı, kendi içerisinde de bölgelerine göre ayrılır.

Karadeniz bölgesi mutfağı hamsi gibi balıklara ve mısıra dayanırken Güneydoğu bölgesinde kebaplar, mezeler ve hamur işi odaklı baklava, kadayıf ve künefe gibi tatlılar bulunur. Batı bölgelerinde ise, zeytin ağacı bolca yetiştirilir ve bölgenin yemeklerinde zeytin ve zeytinyağı fazlasıyla kullanılır. Ege, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde sebze, ot ve balık zenginliği yemek alışkanlığında da kendini gösterir. Son olarak Orta Anadolu’da keşkek, gözleme, mantı ve çibörek gibi hamurlu yemekler ön plana çıkar.