Amerika'da Irkçılığın Başlangıcı ve Yaşananlar

Minik Tospik yazdı. 11 Mayıs 2021 1.387 okunma

Irkçılık, sebebi ne olursa olsun hiçbir devlet ve ulus için kabul edilebilir bir olgu değildir. Fakat günümüzde, 21.yüzyılın getirdiği tüm modernleşmeye karşın devam eden bu eğilimin neden hala devam ettiğini anlamak adına, geçmiş ve bugün arasındaki noktaları birleştirmek şu anki tartışmaların kökenlerini görmek anlamında önemlidir. Bu sebeple ırkçılığın kötü sonuçlarının en yaygın olarak yaşandığı yerlerden biri olan Amerika’da bu eğilimin nasıl başladığını ve tarihsel süreçte neler yaşandığını sizler için araştırdık…

Kölelik

Irkçılığın Amerika’da temelleri kolonicilik zamanlarına dayanmaktadır. Amerika’nın kurulmasını sağlayan ana koloniler, Afrika’dan getirdikleri siyahi vatandaşları mecburi olarak çiftliklerde, maden ocaklarında ve tarlalarda çalıştırmaktaydılar. İşte Amerika’daki köleliğin temeli neredeyse Amerika’nın kendisiyle birlikte böyle atıldı. Sonrasında da şiddetlenerek devam edecek olan bu kölelik ırkçılığı da aynı şekilde sistematikleştirecekti.

Bu mecburi görevlerde çalıştırılan siyahi insanlar, yani köleler, Amerika’ya Royal African ve Virginia şirketleri tarafından Afrika’nın batı tarafındaki sahillerden getirilmişlerdi. Ayrıca aynı dönemde Amerika’da siyahi kölelerin parayla alındığı pazarlar da bulunmaktaydı. Henry Laurens, 1750’li yıllarda siyahi köle ticareti yapan isimlerden biri, büyük çiftliklerin sahiplerinin güzel ve genç siyahiler için satış fiyatını 40 İngiliz lirasına kadar çıkarmakta olduğunu söylemiştir.

Kuzeyde köleler doğrudan para karşılığında zenginlere satılırken Güneyde takımlar halinde ve tüccarlar aracılığıyla tütün, çivit ve pirinç benzeri materyallerle takas edilirlerdi. Ayrıca bu siyahi köleler, insani yaşam koşullarından yoksun bir şekilde, kaba elbiseler giydirilerek, derme çatma kulübelerde oturtularak ve kırbaçlı gözlemcilerin insafına bırakılarak çalıştırılmaktaydılar.

Köleliğin Hukuki Temeli

Bu mecburi çalıştırma düzeni, Amerikan ve İngiliz sistemlerinde indentured servant, yani sözleşmeli hizmetkarlık, adı altında hukuki bir temele dayandırılmıştır. Kölelik sistemi Amerika’da zaten ağırlıklı olarak siyahilerin köleliğini barındırırken 1640’lı yıllardan itibaren ırklara bağlı bu kölelik kurumsallaştırılmıştır.

Köleliğin kanunlarla belirlenen kuralları arasında hangi kölelerin ömür boyu köle kalacağı, siyahi kölelerin efendilerinden olan çocuklarının da hayatlarına köle olarak devam edeceği, din değiştirmenin kölelik üzerinde bir statü değişikliği yaratmayacağı ve direnen köleler efendileri tarafından öldürüldüğünde bunun bir cinayet sayılmayacağı gibi maddeler bulunmaktaydı.

Kölelikten Irkçılığa…

Tüm bu bilgiler ışığında, Amerika’daki köle ve efendisi ilişkisindeki ayrımın doğrudan kişilerin ırkıyla ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla günden güne kurumsallaşan bu sistem, efendi- köle ilişkilerinden ziyade siyah- beyaz ilişkilerini düzenlemek amacıyla oluşturulmuştur. Yani, bu kanunların hepsi beyazların üstünlüğünü korumaktaydı.

Amerika’nın güney eyaletlerinde köleliğin kuzeye göre daha çabuk kurumsallaştığını söylemek mümkündür. 1770 senesine doğru Maryland nüfusunun üçte biri, Virginia’nın nüfusunun yarısından sadece biraz azı, Missisipi ve Güney Carolina’da ise beyazlardan daha fazlası siyahilerden oluşmaktaydı. Haliyle siyahilerin bu baskın nüfus oranlarını kontrol altında tutabilmek için güneyli beyazlar kölelik sisteminden medet ummaktaydılar.

Ayrıca Tarihte Soyluluk Unvanları adlı yazımızı inceleyebilirsiniz.

Tanınmış ‘Beyaz’ İsimlerin de Köleleri Vardı!

1850’li senelerde kölelerin nüfusu 23 milyonluk Amerika nüfusunun içerisinde 3 milyonu bulmuştu ve tüm bu siyahi köleler yaklaşık 4 bin beyaz aileye dağılmış durumdaydı. Zengin beyaz aileler şeker kamışı, pamuk ve pirinç yetiştirmek gibi tarımsal faaliyetlerde bu siyahi köleleri kullanmaktaydı.

Tabii bu zengin aileler ve şahıslar arasında tanıdık isimler de bulunmaktaydı. Örneğin, politikacı Howeel Cobb sahip olduğu yaklaşık 1000 köle ile büyükçe bir arazide pamuk yetiştiriciliği yapıyordu. Öte yandan köle sahiplerinin arasında Amerikan anayasasının hazırlanmasında büyük bir payı olan George Washington, Thomas Jefferson ve James Madison gibi aşina olduğumuz isimler de bulunmaktaydı.

Tüm bu isimlerin de etkisiyle Amerika anayasası, kongrelerde eyaletlerin temsil oranı göz önünde bulundurulduğunda, siyahi bir kölenin beyaz bir özgürün sadece beşte üçüne karşılık gelebileceğini kabul etmişti.  Daha sonra, Yüksek Mahkeme tarafından 1833 senesinde alınan kararla eyaletlere Haklara Bildirisi’nden bağımsız bir şekilde özerk olarak yasalar çıkarabilme hakkı tanındığında, güney eyaletleri siyahi kölelerin haklarını daha da sınırlandırmışlardır.

Kölelik Karşıtlığı

Amerika’da kuzey eyaletlerinde 1830’lardan itibaren free soil, serbest toprak, adıyla kölelerin çalıştırılmasına tepkiler başlamıştır. Bu senelerde C. G. Finney, William Lloyd Garrison, Arthur Tappan ve Theodore D. Weld gibi isimler karşıt mücadelenin ön saflarında yer almışlardır. Kuzey köle karşıtlığı konusunda mücadeleyi artırırken güneyde ise köle kullanımı ısrarla savunuluyor ve devam ettiriliyordu.

Güney Carolina valisi Hammond 1835 senesinde köleliği cumhuriyet binasının kilit taşı olarak gördüğünü söylemiştir ve yine aynı dönemde Thomas Dew köleliği savunan bir kitap yazmıştır. Fakat 1848 senesinde yapılan seçimlerde serbest toprak fikrini savunan parti beklenen fazla oy alması tartışmaları bitirmese de kuzey ve güney bölgeleri arasında geçici bir uzlaşma sağlamıştır.

İç Savaş

Kısa süren bu uzlaşmadan sonra, 1854 yılında kölelik tartışmaları yeniden başlamış ve bu tartışmalar güneyli efendilerle kuzeyli köle karşıtları arasında kanlı mücadelelere kadar varmıştır. Tartışmalar ve kanlı gerginlikler en sonunda Amerika’nın kuzey ve güney bölgeleri arasında gerçekleşen İç Savaşı’na sebep olmuştur.

1861’de Başkan Lincoln’un yemin konuşmasından sonra, 7 güney eyaleti, Amerika’dan ayrılarak Konfedere Devletleri kurmaya karar verdiklerini ilan etmişler fakat ABD bu kararı tanımayınca 12 Nisan 1861 tarihinde Amerika İç Savaş’ı resmi olarak başlamıştır. Dört sene süren savaş sırasında güney tarafı neredeyse yerle bir olmuş ve toplamda 750 bin Amerikan vatandaşı hayatını kaybetmiştir.

Köle kullanımını savunan güney tarafı savaşı kaybedince konuyla ilgili birçok reform yapılmıştır. Bu reformlar arasında kölelerin serbest bırakılması, kölelere oy hakkı tanınması ve temel yaşam hakları tanınması gibi görece özgürlükçü kararlar bulunmaktadır.

Ayrıca Dünyada Kaç Tane İnsan Irkı Var? adlı yazımızı inceleyebilirsiniz.

1900’lerde Kölelik ve Irkçılık…

Tabii onlar için her şey bir anda düzelmemiştir. Siyahilerin mecburen çalıştırıldıkları ve haklarının sınırlandırıldığı acımasız sistem neredeyse yüz yıl sonra 1930’larda da devam etmekteydi. Amerika’daki beyaz ayrımcılık ve ırkçılık, 1929’da Büyük Buhran sırasında ve ardından siyahilerin ekonomilerini daha da kötüleştirmiştir çünkü daha önceki siyah işleri sınıflandırması kriz nedeniyle kaldırılmış ve siyahilerin işsizlik oranı artmıştır.

O dönemde de azalmak yerine günden güne artan ırkçılığın en kötü uygulamalarından biri de siyahilerin gün batımından sonra alınmadıkları Günbatımı Kasabalarıydı. 1939 senesinde Amerika’da 66. otoyolun içinden geçtiği 89 kasabadan 44’ü günbatımı kasabasıydı ve bu kasabalarda restoranlara sadece beyazların alınacağı söyleniyor, hatta içecek makinelerinde bile sadece beyaz alıcılar için ibareleri bulunuyordu.

Wictor Green, 1936’da, siyahi şoförler için kitap yayımlamak durumunda kalmış ve kitapta güneş battıktan sonra siyahi şoförlerin içeri girmelerine veya tuvaleti kullanmalarına müsaade eden tesislerin listesini vermiştir. Fakat siyahilerin girebildikleri bu mekanlarda bile kullandıkları lavabolar ve toplu taşımalarda oturdukları koltuklar bile beyazlardan ayrı düzenleniyordu.

Irkçılıkla Mücadele

Sonu, günümüzde bile hala gelmeyen ırkçılıkla mücadele etmek için 1950’li yıllarda Amerika’da Sivil Haklar Hareketi ortaya çıkmış ve ırkçılık karşıtı eylemler yapılmıştır. 1 Aralık 1955 tarihinde Rosa Parks isimli siyahi bir kadın otobüste beyaz bir vatandaşa yer vermeyerek Jim Crow yasalarını çiğneyince tutuklanmıştır. Bu olay üzerine Martin Luther King, meşhur Montgomery otobüs boykotunu düzenlemiş ve bu boykot olumlu sonuç verince siyahiler beyazlarla aynı otobüslere binme hakkına sahip olabilmişlerdir.

Daha sonra, yine Martin Luther King, 1965 senesinde siyahi vatandaşların oy hakkı için kalabalık bir grupla birlikte Alabama Selma- Montgomery arası mesafeyi yürümek istemiş fakat yürüyüş sırasında yaralananlar ve ölenler olmuştur. Tüm bu zorlu ve kanlı mücadelelerden sonra, 1964 yılında Sivil Haklar Yasası ve 1965 yılında ise Oy Verme Hakkı Yasası çıkarılmıştır. Yani hukuki olarak ırkçılık 1964 yılında Sivil Haklar Yasası kapsamında kaldırılsa da fiilen hiçbir yere gitmemiş olduğunu görmek çok da zor değildir.