Ayasofya Tarihi, Mimari Özellikleri ve Gizemi

Cahil Uzman yazdı. 4 Nisan 2021 2.146 okunma

Eski Yunanca, kutsal ve azize anlamına gelen “Aya” ve bilgelik anlamına gelen “Sofya” adlarının birleşiminden oluşmuş ilahi bilgelik anlamına gelen Ayasofya (Hagia Sophia), İstanbul’da yer alan cami ve müzedir. Bizans İmparatoru I. Justinianus döneminde imparator tarafından inşa edilen bazilika tarzı planı olan Ayasofya, 532 ve 537 yılları içerisinde patrik katedrali olarak oluşturulmuştur. İlk yapıldığı zaman “Büyük Kilise” adıyla anılan, kutsal bilgelik adını ise 5. yüzyıldan sonra alan bu görkemli yapı, Doğu Roma imparatorluğu döneminde krallara taç giydirildiği döneme şahitlik eden, başkente ait en büyük katedral olma özelliğine sahiptir.

Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle topraklarımız arasında yer alan ve İstanbul’un fethinin değerli bir hazinesi haline gelen bu önemli mabet, Padişah Sultan Mehmet kararıyla sonrasında camiye dönüştürülmüştür. Bizans döneminde Ayasofya, aynı zamanda kutsal emanetlerin merkezi sayılan büyük bir zenginliğin temsilcisi sayılıyordu.

Birinci Ayasofya

Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini sayan Roma İmparatoru ve Bizans’ın ilk imparatoru Konstantin döneminde  ilk Ayasofya inşaatı başlatılmıştır. İnşaatın tamamlanmasını sağlayan Konstanstin’ın oğlu II. Constantius Ayasofya kilisesinin açılışını 15 Şubat 360 tarihinde gerçekleştirmiştir. Mabedin gümüş perdelerle kaplatıldığı ve eski bir tapınak üzerine inşa edildiği belirtilmiştir. Birinci Ayasofya’nın açılışına değin, katedral olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi gibi, Büyük Ayasofya’nın da İmparatorluğun merkezi olan saraya yakın bir noktada inşa edilmesi söz konusu olmuştur. Latin mimarisini temel alan ilk yapı, çatısı ahşap olan önü avluya bakan görkemli bir görünüme de sahipti aynı zamanda. Bizans İmparatorluğu döneminin ana kiliselerinden biri olan Ayasofya, dönemin Konstantinopolis patriği olan Ioannis Hrisostomos ile Bizans İmparatoru olan Arcadius’un eşi Aelia Eudoksia arasında yaşanan hüsumet nedeniyle bölgede isyanlar meydana gelmiş, neticede isyancıların saldırılarıyla kilise yakılarak önemli ölçüde yıkıma uğramıştır.

İkinci Ayasofya

Yıkılan birinci Ayasofya ardından tekrar çalışmalara girişilen kilise için II. Theodosios’un emri doğrultusunda aynı noktaya Ayasofya inşaatının yapılmasına karar verilmiştir. Görünüm olarak aynı bazilika tarzı, beş nefli ve ahşap bir çatı plan olarak düşünülmüştü. Açılış tarihi olarak 10 Ekim 415 senesiyle hizmete açılan kilise, şehirde çıkan Nika Ayaklanması sonucu 13-14 Ocak 532 senesinde yakılarak tahrip edilmiştir. Binayı cepheden görünüm olarak çevrelemiş olan 12 Havari, üçgen alınlıklar, kabartmaların olduğu mermer bloklar, sütun ve başlıklar, Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından 1935 yılında binanın giriş kısmında yapılan kazılarla ortaya çıkmıştır.

Üçüncü Ayasofya

İki kez tahribe uğrayan kilise özelliğine sahip olan Ayasofya’nın temeli üzerinde yapılmak istenen inşaat çalışmaları imparator I. Justinianus döneminde de hız kesmemiş, hatta iddia edilen o dur ki Justinianus o döneme dek yapılan inşaatların çok ötesinde bir mimariyle kilisenin yapılması için çalışmalara girmiştir. Mimari açıdan farklı özellikler katmak adına fizikçi Miletli mimar olan İsidoros ve matematikçi Anthemius’ a bu konuda görevler verilmiştir. Ayasofya’nın günümüz tekniğinin oluşmasında, İsidoros isimli mimarın rüyasında gördüğü stilin etkili olduğu ve planın buna göre yapıldığı dile getirilmektedir.

Binanın nasıl bir teknikle mimari bir sanat eserine dönüştürüldüğü ve hangi betimsel ögelerle vurgulandığına dair Justinian’ın binaları adlı modern Yunan kaynaklı eserde açıklanmaktadır. Ortodoks mezhebine göre Tanrı’nın üç özelliğinden biri sayılan “Kutsal Bilgelik” adını taşıyan Ayasofya’nın inşaatı için imparator Justinianus’un ciddi bir servet döktüğü edinilen bilgiler arasındadır. Kilise inşaatı için 10.000 civarında insanın çalıştığı ve 5 yıl gibi bir sürede tamamlandığı edinilen bilgiler arasındadır. İnşaatına başlanmış olan yapı için kullanılan bazı sütun, taşlar ve kapıların eski ve sağlam tapınaklardan alınarak oluşturulması da dikkat çekici bir özelliğidir. Taşıyıcı sistem özellikleri, mermer sütunlar ve merkezi plana dahil olan kubbeli bazilika stilindeki bu yapı aynı zamanda mimari bir şaheser olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca dev kubbe mimarisiyle açık bir alanı karşılama özelliğinin, geleneksel bilimin öncüsü Antik Mısır dönemi matematikçisi İskenderiyeli Heron’un teorilerinin etkisiyle oluşabileceği de vurgulanmıştır.

Ayasofya’nın Mimari Özellikleri

İki katlı bir yapısı olan Ayasofya, iç mekan olarak 7500 metrekarelik bir alan büyüklüğüne sahiptir. 107 sütundan oluşan bu yapının alt katında 40 adet, üst katında 67 adet sütun yer almaktadır. Uzunluk olarak her bir sütun için aynı ölçüler söz konusu olmasa bile 20 metreye uzanan ölçülerde sütunlar vardır. Binanın kendisinden de eski olan bu sütunların bir kısmının Anadolu’ya ait eski yerleşim yerlerindeki mabetlerden getirildiği belirtilmiştir. Elips şekline benzer bir özellik gösteren kubbenin, iki ayrı yarıçap uzunluğu vardır. Her biri, 30.80 ve 32.6 metre uzunluğuna sahiptir. Görkemli kubbenin, yükseklik olarak değerlendirildiğinde 55.60 metre olduğu belirtilmiştir.

Yapıya ait görkemli kapılar, Bizans izlerini taşıyan özelliğe sahip meşe ağacından yapılmadır. Tunçtan yapılma kapı, Ayasofya’ya ait en ilgi çeken kapı olup Helenistik bir tapınağa sahip bir yer olan Tarsus’tan alınıp getirilmiş özel bir kapıdır. Binanın tuğladan oluşan kubbesi, 40 pencere ve 40 kaburgadan meydana gelmiştir. İmparator kapıları olarak belirtilen bina girişine konuşlanmış imparator kapıları sadece giriş olarak imparatorların geçiş yeri olarak tasarlanmıştır. Renkli duvar mermerleri, Mısır, Tesalya bölgelerinden alınmıştır. Marmara Adası’na ait ünlü mermerlerin de beyaz sütunlar ve duvarlar için kullanıldığını da belirtmeliyiz. Tonlarca altının işlemecilikte kullanıldığı mozaikler, gümüşten yapılma renkli camlar, Ayasofya’nın ilk dönemlerine ait inşasında dikkat çekmiş detaylardır.

Renkli mozaiklerle süslü duvar resimleri, dünya mimarisinde ciddi bir yere sahip olmuştur. İmparator kapısı üzerinde yer alan süslü taht üzerinde oturan İsa, kutsama pozisyonunda resmedilmiştir. Madalyon içinde yer alan Meryem figürü ve Cebrail büstü dikkat çeken önemli bir noktadır. Ayrıca kucağında çocuğuyla görüntü veren Meryem ve küçük İsa görüntüsü çok eski bir mozaik olup 9. yüzyıla ait figürlere sahip olarak bilinmektedir. Güney bölüme ait duvarların doğu kısmında yer alan iki imparator ailesi de mozaik figürleriyle farklı bir açıda yer almaktadır. İmparator İoannes Komneos ve eşi Eirene bu mozaikte betimlenmiş figürler olarak karşımıza çıkmaktadır. 15 yüzyıl boyunca yıkılmadan ayakta duran bu yapı dünyaca bilinen en uzun süre ayakta kalan şaheserlerden biri olarak anılmaktadır. Aynı zamanda Ayasofya, dünyanın en hızlı şekilde inşası gerçekleşen en eski katedrali olarak bilinmektedir.

Ayrıca eski Türklerde kadın isimleri yazımızı inceleyebilirsiniz.

Ayasofya’nın Gizemi Hakkında Bilgiler

Sırlı bazı özelliklerinin de olduğu söylenen Ayasofya ile ilgili, bazı düşünceler sıklıkla lanse edilmiştir. Bunlardan biri de Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği rivayet olunan zamana dair kullanıldığı düşünülen haç ve çivilerin Ayasofya’ya ait gizli bir bölümde olduğu düşüncesidir. Hatta öyle ki, İsa’nın dünyaya tekrar ineceği 40 bin yıl sonrası için Ayasofya’da varlığının belireceği de bu düşünceler içinde yer almaktadır.

Ağlayan Direk adıyla anılan sütunun ise Meryem Ana’nın bir vakit evinde yer alan direk olduğu yönünde fikirler mevcuttur. Gözyaşları nedeniyle eridiğine inanılan bu sütunun Ayasofya’ da kutsandığı yönünde yorumlar da yapılmıştır. Aynı zamanda bu sütun için dilek sütunu dendiği, gözyaşların oluşturduğu oyuğu parmakla çeviren kişinin de dileğinin kabul olacağı belirtilmiştir.

Ayasofya gizemiyle hala günümüze dek, meraklılarının takibinde bir konu olmaya devam etmektedir. İstanbul’un fethi kuşkusuz bu değerli yapının da tarihimize kazandırılmasıyla ilginç gelişmeler de yaşatmıştır. Sultan Mehmet’in Ayasofya’yı camiye dönüştürme kararından sonra, İslami ögeleri dahil etmek adına “Allah, göklerin ve yerin nurudur.” yazılı bir ayeti Hz.Muhammed ve dört halifenin isimleriyle Ayasofya kubbesine işletmiştir. Sonrasında müzeye çevrilmiş olan camiden levhaların çıkarılması levhaların büyüklüğü nedeniyle mümkün olamamıştır. Kıyametle ilgili bir tarihin de var olduğu belirtilen 3. sütun üzerinde yer alan Hz. Hızır’ın işareti olarak tanımlanmış tarih de dikkat çekicidir. Yevm-i Pazar 1038 yazılı bu işaret de yapının güney girişinde yer almaktadır.

Bir başka inanışa göre de Ayasofya’nın kıble kapısının orta bölümünde yer alan tabutun kımıldaması halinde Ayasofya’nın yok olacağı fikri ortaya atılmıştır. Tabut üzerinde yer alan 4 meleğe ait figürlerle bağlantısı olduğu düşünülmüş ve bu ilişkiye ait bir kural olduğu yönünde değerlendirme yapılmıştır. Mimari bir deha eseri olarak adlandırılan Ayasofya’nın 361 adet şatafatlı görünümlü kapısı vardır. Fakat garip olansa bu kapı adedinden 101 tanesi diğerlerinden büyüktür ve sayılması istendiğinde kapılar her defasında 1 adet fazla çıkmaktadır. Bir başka rivayette ise Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği sırada papazlar balık kızartmaktadır. Konum olarak imparator kapısı önünde yer alan, taş kesilmiş bu balıkların sırrı da İstanbul’un kuşatılması nedeniyle balıkların tavadan atlamaları ve sonrası  taş kesilmeleri şeklinde bir hikayeye dayanmaktadır. Şeytanın hapsedildiği bir yer olarak söylenen Ayasofya, Akşemseddin’in dualarıyla vesvelerin hapsolunduğu bir mabet olarak anılmaktadır.

İstanbul’un Fethi Sonrası Ayasofya

İstanbul’un fethinin gerçekleştiği 29 Mayıs 1453 tarihinden sonra, fethin sembolü haline gelmiş olan Ayasofya Kilisesi, yaşanan tahribatın etkisiyle üzerinde tadilata gidilerek, camiye dönüştürülmesine başlanmıştır. Ayasofya Camisi için bir minare yapımına başlandı aynı sene. Adının Sultan Mehmet’in isteği üzerine değişmeden kalan Ayasofya’nın minaresi için taş yerine tuğla kullanılmıştır. Ayrıca II. Bayezid’in de arzusu üzerine cami için bir minare daha eklenmiştir. Mihrabın iki yanını saran dev kandiller oluşturulmuştur. Binanın herhangi bir çökme riskine karşın dönemin en ünlü mimarlarından Mimar Sinan, dış istinat yapısı oluşturmuştur. Ayasofya’ya ait 24 payandanın bir kısmı Osmanlı bir kısmı ise Doğu Roma İmparatorluğu döneminde yapılmıştır.

III. Murat, binanın ana salonu (nef) için getirttiği Helenistik Dönem’e ait Bektaşi taşından yapılma küpler binaya yerleştirilmiştir. I. Mahmud döneminde ise padişah kararıyla restore edilmesine karar verilen Ayasofya’ya bir külliye, bir şadırvan, imarethane ve bir yeni mihrap eklenmiştir. Sultan Abdülmecid ise bu görkemli yapı için 1849 yılında bazı restoran çalışmalarını tamamlatmış, tonoz ve sütunların daha güçlü ve korunaklı olmasına özen göstermiştir. Hünkar mahfili oluşturulmuş ve beş sütun üzerine oturtulmuştur. Eski bir  Osmanlı sanatı olan hat yazısıyla dönemin birçok önemli ismi yazılmış ve sütunlara konmuştur. Minarelerin boyları eşitlenmiş, Ayasofya’ya yakın bir noktaya medrese inşa edilmiştir. Ayasofya Camisi, 13 Temmuz 1849 senesinde halka açılmıştır. Ayasofya külliyesi olarak planlanan yapı içerisinde, şehzadeler türbesi, sıbyan mektebi, Sultan Mustafa ve Sultan İbrahim türbesi, hazine dairesi, sebil yer alan bölümlerdir.

Ayasofya Müzesi

Ziyaretçiler için müzenin açılış tarihi 6 Şubat 1934 senesinde gerçekleşmiştir. Bazen sıvalardan kopan parçaların ardından ortaya çıkan mozaikler tesadüfen de olsa incelemeye gelenleri şaşırtmaktadır. Uzun yıllar üzeri halılarla örtülmüş olan mozaiklerin ortaya çıkarılması, figürleri kaplayan sıvaların çıkarılmasıyla insan figürleri belirgin şekilde ön plana çıkmış ve Ayasofya Müzesi yerli yabancı turistlerin ziyaret için açılmıştır. 19 Kasım 1936 senesini müteakip Ayasofya mabetinin tapuya kaydediliş ismi “Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi”dir.  Ayasofya, 1985 senesinden bu yana “UNESCO Dünya Kültür Mirası” içinde yer alan  tarihi önemi büyük bir eserdir.