Hakiki Dostlar Kimlerdir ve Dostluk Üzerine Sözler..
Pala Remzi yazdı. 28 Aralık 2020 1.480 okunma
İnsan ve toplum hayatında ilişkileri canlı ve dinamik tutan önemli kavramlar vardır. Bunlardan bir tanesi de her zaman ihtiyaç hissettiğimiz “dost” kavramıdır. Bu kavram Halk Edebiyatımızdaki şiirlerde ve türkülerimizde işlenmiş ve kültür dokumuzda hak ettiği yeri almıştır.
Aşık Veysel, “Dost dost diye nicesine sarıldım/ Benim sadık yarim kara topraktır” diye duygularımıza tercüman olmuş. Pir Sultan Abdal da çağlar ötesinden; “Bin cefalar etsen almam üstüme/ Senden ayrılalı gülmedim dostum” diye seslenerek dosta olan ihtiyacımızı en güzel dizelerle dile getirmiş. Halk şiirimizden ve türkülerimizden pek çok örnek vermek mümkün…
“Dost başa, düşman ayağa”, “Dost acı söyler”, “Dost ağlatır, dert söyletir” gibi pek çok atasözümüz ve halk deyişlerimizde de geniş yer tutmuştur bu kavram. Sözü fazla uzatmadan sadete gelelim.
Dost ve dostluklar hakkında çeşitli tanımlamalar yapılabilir şüphesiz. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde bu kavram şu şekilde açıklanmaktadır: 1- Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen (kimse), “düşman karşıtı. 2-İyi geçinen, aralarında iyi ilişkiler bulunan 3- Bir şeye düşkün olan, aşırı ilgi duyan…Bana göre de dost; insanın iyi ve kötü gününde yanında bulunan, onunla her şeyi paylaşan, duygu ve düşüncede bir olan, yerine göre arkadaş, yerine göre kardeş, yerine göre sırdaş olabilen kimsedir. Tanımını daha da geniş yapabileceğimiz bu ilişkinin adı dostluktur.
Dostlukların ebedi olabilmesi için ilişkilerimizde daha bir itina ve hassasiyet göstermek zorundayız. Zira muhatabımız ne de olsa bir insan… Farkında olmadan bir hata yaptığımızda, dilimiz sürçüp de yanlış konuştuğumuzda karşımızdakini incitebilir, kalbini kırabiliriz. Böylece dostluk ilişkilerimizin yara alıp sekteye uğramasına sebebiyet verebiliriz.
Ama, bize hiç kızmayan, darılmayan, bizden hiç incinmeyen başka dostlarımız da vardır. Hem de en hakiki dostlar: Candan ve içten… Hiçbir zaman, hiçbir şekilde bize kızmazlar, darılmazlar ve bizden yüz çevirmezler. Kendilerine ne kadar kötü davransak, onları ne kadar hoyratça kullansak bile… Bize hiç küsmezler, yeter ki onlara ilgi gösterelim, onlarla yakından ilgilenelim. O zaman bize ne kadar cömert davranırlar. Bütün istediklerimizi bize sunarlar, bizden hiçbir şeyi esirgemezler. Aradığımız her şeyi onlarda buluruz: Bilgiyi, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, kahramanlığı, ölümsüz aşkları ve daha nicelerini… Peki, kim bu dostlar diyeceksiniz? Tabii ki kitaplardır bu dostlarımız.
Öyle ya, bütün bu güzellikleri onlardan başka kim, hangi dostumuz sunabilir bizlere? Kim karşılık beklemeden bunca şeyi verebilir? Karanlıkları onlardan daha güzel aydınlatabilir? Gerçekleri onlarsız kim öğretebilir? Bizlere onlardan daha iyi kim yardım edebilir?
Onlar olmasaydı kainatın var oluşunu, insanlığın yaratılışını nasıl öğrenebilirdik? Ergenekon’da yeniden dirilişimizi kim anlatabilirdi bizlere? Üç kıtada at koşturmuş, gittiği yerlere medeniyeti götürmüş, insanlığı ve adaleti öğretmiş atalarımızı nasıl tanıyabilirdik?
Kerem ile Aslı’nın, Yusuf ile Züleyha’nın, Leyla ile Mecnun’un ölümsüz aşklarını; Mevlana ve Yunus Emre’nin leb-i derya ilahi aşklarını; Köroğlu’nun yiğitliğini, kahramanlığını ve zulme baş kaldırışını…daha nicelerini…Türk’ün adaletini, Sakarya’yı, Dumlupınar’ı, Çanakkale’yi…kim öğretebilirdi bizlere? Kısacası bilginin kalıcılığını, daha ileriye, daha güzele ve doğruya ulaşmada onlar olmadan kim, nasıl sağlayabilirdi?
Daha nicesini sıralayabileceğimiz bu soruların cevabı; kitaptan başkası değildir. Öyle ki; sınırsız, özgür bir dünyayı sererler önümüze. Bu dünyada değişik zamanlara ve mekanlara ulaşırız. Bir zaman makinesinde ezelin ve ebediyetin seyahatine çıkarırlar bizleri. Hayatımız boyunca ulaşamayacağımız yörelere ulaştırır, tanışamayacağımız insanlarla tanıştırırlar bizi.
Zaman olur, onlarla geçmişin meydan muharebelerinde at sırtında kılıç kalkan kullanırken hissederiz kendimizi. Zaman olur, Bağdat’ta Genç Osman’ın şahadetine tanık oluruz. Zaman olur, Yunus’un pınarı andıran ilahi aşkından kana kana içeriz. Zaman olur, İstanbul Surları’na bayrağımızı diken Ulubatlı Hasan oluruz. Zaman olur, Çanakkale’de bu vatan ebediyen yaşasın diye şehit olan yüz binlerce Mehmet oluruz. Zaman olur, Atatürk’ün yanında o’nun silah arkadaşı olur, yeni kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atmak için bir masa başında çalışırken buluruz kendimizi. Ve onlarla geleceğe yelken açıp bir okyanusta bir seyahate çıkarız. Bir zaman makinesi görevi görerek geçmişle bugünü bağlar, geleceğe yolculuğa çıkarırlar bizi. Ufkumuzun ve düşünce dünyamızın sınırlarını genişletir, hayal dünyamızı zenginleştirirler.
İşte bu dostlarla, dostluk denizinde her zaman yolumuza devam edelim. Onlardan hiçbir zaman ayrılmayalım. Onları raflarda tozlandırmayalım. Onlarla geleceğe emin adımlarla yürüyelim. Onlarla aydınlanalım, onlarla aydınlatalım. Bu dostlarımızı çok sevelim. “Dost, acı söyler.”