Galata Kulesi'nin Hikayesi

Minik Tospik yazdı. 17 Nisan 2021 2.013 okunma

 İstanbul ile birlikte birçok medeniyeti ağırlamış, yaşanan tüm savaşlara ve zaferlere tanıklık etmiş, kentin ebedi bekçisi niteliğindeki kule aldığı tüm darbelere rağmen yüzyıllar boyunca ayakta kalmayı başarmış. Bakalım Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçuşuyla adını tarihe yazdıran, efsaneleriyle daha da ünlenen bu kulenin geçmişinde başka neler varmış…

GALATA KULESİ’NİN TARİHİ

İstanbul’un en eski kulelerinden biri olan ve adını bulunduğu bölgeden alan Galata Kulesi, Bizans İmparatoru Anastasius Oilosuz tarafından 528 yılında Fener kulesi olarak ahşaptan yaptırılmış. Romalılar döneminde, özellikle Büyük Konstantin tarafından çok sevilen Galata bölgesi, kule inşa edilmeden önce de Bizans İmparatorluğu için önemli bir bölgeymiş. 1200’lü yıllarda, Roma’nın zayıflamaya başladığı bir dönemde bölgeye gelen Cenevizliler, bölgenin etrafını surlarla çevirmişler. Böylelikle, Cenevizlilerin yerleşmesiyle birlikte Galata bölgesi, Roma İmparatorluğu’nun denetiminde ama özerk bir hale gelmiş. Bir dönem, denizcilikte en az Cenevizliler kadar iyi olan Venedikliler de Galata bölgesine gelmiş ve limanlarında ticaret yapmışlar.

Cenevizliler, daha sonra, surlarla çevirdikleri Galata bölgesinde bulunan bu kuleyi bölgeyi gözetlemek amacıyla 1348 yılında yığma taştan yeniden inşa etmişler. Kule ahşaptan taşa dönünce ismini de Christea Turris yani İsa kulesi yapmış Cenevizliler. Yüzyıllar boyunca Romalılar, Cenevizliler ve Venedikliler tarafından farklı amaçlar için kullanılan Galata Kulesi 1453 yılında İstanbul’un fethedilmesiyle Osmanlı Devleti’nin eline geçmiş. Burada yaşayan Cenevizliler ise fetihten sonra herhangi bir çatışma olmadan bölgeyi Osmanlı’ya teslim etmişler.

Galata Bölgesi Osmanlılar için de Romalılarda olduğu gibi bir dış mahalle olarak görülmüş. İstanbul’un kadılık ile yönetilen Suriçi, Eyüp, Üsküdar gibi bölgelerinden birisi de burası olmuş. Fakat yapılan araştırmalara göre 1600’lü yıllarda bölgede yaşayan nüfusun büyük bir çoğunluğu Hristiyan. Haliyle, 70 Rum, 3 Frenk, 2 Ermeni ve 1 Yahudi mahallesi bulunan Galata bölgesini, şehrin temel kadılık bölgelerinden biri olmasına rağmen, hem Osmanlı devleti hem de halk 1800’lü yıllara kadar kendilerine ait olarak görememiş. Galata Kulesi, 1509 yılında depremden hasar görmüş ve Mimar Murad Bin Hayreddin tarafından onarılmış. Sonrasında 1794 ve 1831 yıllarında ise yangından ağır hasarlar almış. 1794 yangınından sonra yapılan onarım çalışmalarında kulenin tasarımı değiştirilmiş ve üst kısmı bir kahvehaneye çevrilmiş. Kulenin çatısı 1875 yılında yaşanan fırtınada devrilmiş ve yapılan onarımda en üst katın üzerine iki ahşap oda yapılarak kule şehrin itfaiye teşkilatına tahsis edilmiş.

1965-67 yılları arasında yapılan restorasyon çalışmasında Galata Kulesi, katları farklı amaçlara hizmet edecek şekilde turistik bir yapı olarak yeniden düzenlenmiş. Bu düzenleme sırasında kulenin çatısı, 1832-76 yılları arasındaki haline benzer şekilde yenilenmiş. 2013 yılında UNESCO tarafından Türkiye’deki Dünya Mirası Geçici Listesi’ne dahil edilen Galata Kulesi, son olarak 2020’de yapılan çalışmalarla müzeye dönüştürülmüş.

GALATA KULESİNİN YAPISI

Üçüncü kata kadar olan kısmının Ceneviz, diğer katlarının ise Osmanlı karakteri taşıdığı görülen Galata Kulesi yerden 66,90 metre ve deniz seviyesinden 140 metre yüksekliktedir. Çapı 8,95 metre ve duvar kalınlığı da 3,75 metredir.

Yüksek giriş katı dahil on katlı bir yapı olan kulenin silindirik gövdesi üzerindeki pencereleri tuğla örgüden yapılmış yuvarlak kemerlidir. Kapısının üstündeki yuvarlak kemerli pencerenin askerlerin gözetleme yeri olduğu söylenir. Külah şeklindeki çatısının altında bulunan son iki katı, silindirik gövdeyi çevreleyen profilli simgelerle vurgulanmış ve yine bu külah çatının altında gelenlerin fotoğraf çekmeden ayrılamadığı bir seyir balkonu mevcut.

Ayrıca Hezarfen Ahmed Çelebi; Hayatı ve Tarihe Geçen Galata Uçuşu yazımızı inceleyebilirsiniz.

HEZARFEN AHMET ÇELEBİ’NİN GALATA KULESİ’NDEN UÇUŞU

Hezarfen Ahmet Çelebi, 1609 yılında dünyaya gelmiş, Osmanlı topraklarında yaşamış Müslüman bir Türk bilgini. Türk ve hatta Dünya tarihi için önemli biri olmuş çünkü uçmak konusunda yaptığı çalışmalar sonucunda kanat takarak uçmayı başarmış. Bunca ilim bilgisi ve uçma deneyimleri dolayısıyla halk arasında çok fazla şey bilen anlamına gelen Hezarfen ismiyle anılmış. Kendisinden yüzyıllar önce yaşamış ve yine uçuş konusuyla ilgili araştırmalar yapmış biri olan İsmail Cevheri’yi örnek almış ve ilk uçuş denemelerini de Cevheri’nin araştırmaları sonucunda bulduklarını inceleyerek gerçekleştirmeye çalışmış. Bu çalışmalar ışığında, İstanbul’da Okmeydanı’nda uçuş denemeleri yapmış, kanatların dayanıklılık derecesini ölçmeye çalışmış.

Tüm bu çalışmaların ardından, 1632 yılında, yapay kuş kanadı şeklinde tahtadan yaptığı araçla Galata Kulesi’nden kendini boşluğa bırakarak atlamış. Tam 3358 metre mesafe giderek ve hatta İstanbul Boğazı’nı geçerek Üsküdar’a inmiş. Bu uçuş ile Türk havacılığı adına uçmayı ilk başaran kişi olarak tarihe geçmiş. İnsanın uçması adına bir başlangıç sayılabilecek bu deneme, Osmanlı Devleti’nde olduğu kadar Avrupa devletlerinde duyulmuş ve büyük takdir toplamış. Dönemin padişahı IV. Murat ise Hezarfen Ahmet Çelebi’nin yaptığı uçuş denemesini Sinan Paşa Köşkü’nden izlemiş ve kendisine takdirlerini iletmiş. Hatta, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ne göre IV. Murat Çelebi’yi bir kese altınla ödüllendirmiş. Fakat çağına göre sıradışı olan bu olay Ahmet Çelebi’nin padişah tarafından yakın markaja alınmasına sebep olmuş. Hezarfen’in bilgisinden, becerilerinden ve cesaretinden korkan IV. Murat onu Cezayir’e sürgüne yollamış ve Hezarfen Ahmet Çelebi 1640 yılında sürgünde hayatını kaybetmiş.

GALATA KULESİ EFSANELERİ

Galata Kulesi yüzyıllar süren tarihi, ihtişamlı görüntüsü ve Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçuşuyla tüm dünyaya adını duyurmuş tarihi bir eser. Her ne kadar bu özellikleriyle hepimizin gönlüne çoktan taht kursa da değerini daha da artıracak iki ayrı efsaneye sahip.   Bu efsanelerden ilki Roma Dönemi’ne kadar uzanıyor. Romalılara göre eğer birbirini seven iki genç, daha önce tek başlarına ya da başka biriyle Galata Kulesi’ne çıkmadılarsa ve ilk kez beraber çıkıyorlarsa ancak o zaman evlenebilirlermiş. Peki neden?

Roma Dönemi’nde birbirine sevdalı iki gence dayanıyor bu hikâye. Birbirlerinden başka kimseyi gözleri görmeyen bu iki gencin evlenmesine aileleri izin vermiyormuş. Her efsanevi aşk hikâyesi böyle başlar zaten… Ailelerini bir türlü ikna edemeyen genç aşıklar son çare olarak Galata Kulesi’ne çıkmayı düşünmüşler çünkü kule o güne kadar bir sürü çaresiz aşığı kavuşturmuş. Böylece karar vermişler kuleye çıkmaya. Fakat bir sorun varmış. Kara sevdalı delikanlı meğer önceden sevmediği bir kızı kandırabilmek için onunla kuleye çıkmış bile! Tabii bizim kızı görünce ona âşık olmuş ve diğer bütün kızları unutmuş… Ama omuzlarına ağır gelen bu vicdani sorumlulukla boğuşurken sevdiğine hiçbir şey anlatamamış. Sonunda kızın ısrarlarına dayanamamış ve bir gece gizlice çıkmışlar kuleye.

Muhteşem İstanbul manzarası önünde, sevdiğiyle kavuşacağı günleri düşlerken kızımız çok mutluymuş. Fakat delikanlı suçluluğun ağır yükü yüzünden aynı mutluluğu paylaşamıyormuş. Tam bu sırada şiddetli bir yağmur ve gök gürültüsü başlamış. Korkudan koşarak kaçarlarken oğlan bunun bir işaret olduğunu ve gerçekleri anlatması gerektiğini düşünmüş. Kuleden indikten sonra her şeyi anlatmış ve bir daha birbirlerini görmemek üzere orada ayrılmışlar. İşte bu yaşanan acı olaydan sonra inanılmış ki; eğer kuleye çıkan sevdalılardan biri daha önce başkasıyla Galata Kulesi’ne çıktıysa aralarındaki sevda tılsımı düzelmemek üzere bozulur. Yani bizim kara sevdalı delikanlı kendi korkusu yüzünden kızın geleceğini de yakmış… Bir diğer efsanemize göre ise bu sefer kuleye çıkanlar değil Galata Kulesi’nin kendisi aşık! Bu hikâye diyor ki Galata Kulesi ve Kız Kulesi birbirine aşık iki kule. Tabii iki kule arasında kocaman bir deniz olunca kavuşmaları imkânsız.

Özlemleri iyice artan Kız Kulesi ve Galata Kulesi, Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçma niyetiyle Galata’ya çıkacağı haberini alıp kavuşacaklarını düşünerek umutlanmışlar. Hatta Hezarfen’in Galata’dan taa Anadolu’daki Üsküdar’a uçma niyetinde de bu iki kuleyi kavuşturma fikri saklıymış. Tabii Hezarfen Galata’yı sırtlayıp Kız Kulesi’nin yanına atamayacağına göre bu iki kulenin kavuşmak diye hayal ettiği de biraz farklıymış. Rivayete göre, Hezarfen, Galata Kulesi’nin yüzyıllardır yazdığı ve biriktirdiği mektupları alıp kanatlanmış ve tam üstünden geçerken hepsini Kız Kulesi’ne bırakmış. Mektuplar sayesinde aşkının karşılıksız olmadığına emin olan Kız Kulesi o günden sonra daha da güzelleşmiş. Kız Kulesi’nin günden güne daha da güzelleştiğini gören Galata ise ona her gün biraz daha fazla âşık olmuş…