Kadın Bilim İnsanları ve Hikayeleri

Minik Tospik yazdı. 13 Haziran 2021 329 okunma

Yüzyıllar boyunca kadınlar bilime önemli katkılarda bulunmuştur ancak çoğu durumda keşiflerinin tanınması çok uzun sürmüştür, tabii eğer tanındıysa… Ve çoğu zaman, bilim tarihini araştıran kitaplar ve akademik yazılar, dünyayı değiştiren olağanüstü, çığır açan kadınları ihmal etmektedir. Hatta, tarihten iki veya üçten fazla kadın bilim insanının adını söyleyebilen nadir insan vardır ve bu durumlarda bile, aynı isimlerden tekrar tekrar bahsedilir. Fakat değişen günümüz koşullarıyla bunun değişme zamanı çoktan gelmiştir. İşte, bu değişimi başlatmak için ele aldığımız kendi alanlarında çığır açmış 12 kadın bilim insanının hikayeleri…

1. Maria Merian (1647-1717)

Alman asıllı doğa bilimci ve bilimsel illüstratör Maria Merian, kelebeklerin yaşam döngüsünü incelemeye başlamadan önce, çoğu insan kelebeklerin çamurdan doğduklarına, kendiliğinden topraktan oluştuklarına inanıyordu. Maria’nın böceklere olan ilgisi olağandışıydı. Onlar, normalde insanlar tarafından iğrenç kabul edilirler ve incelenmeye pek değmezlerdi. Dolayısıyla Maria Merian, böcekleri doğrudan gözlemleyen ilk doğa bilimcilerdendi ve bilime onların nasıl yaşadıklarıyla ilgili olağanüstü bilgiler verdi.

Zamanının önde gelen entomologlarından olarak çalışmasına rağmen, yazılarını o zamanın resmi bilim dili olan Latince yerine Almanca yazdığı için böceklerin metamorfozları hakkındaki keşifleri pek çok bilim insanı tarafından görmezden gelindi. Ayrıca, çoğu yeni böcek ve bitkiyi tanımladığı Surinam keşif gezisini kendisi finanse etmiştir. Bu hareketi döneminde, kadının üstlenmesi için oldukça sıra dışı girişimlerdendi. Ancak günümüzde hala geçerli olan sınıflandırmalar Maria’ya aittir. Onun çizdiği bitki, hayvan ve böceklerin zarif resimleri yüzyıllar boyunca büyük beğeni toplamıştır, yani bilim üzerindeki etkisi yadsınamaz. 

Ayrıca Dünyadaki Kadın Dehalar adlı yazımıza göz atabilirsiniz.

2. Mary Anning (1799-1847)

Anning, ek gelir elde etmek için İngiltere’nin Dorset kayalıklarında fosil aramaya başladı, ancak 12 yaşındayken bilim dünyasını sarsacak keşifler yaptı: Bilinen ilk iktiyozor fosili ve ilk iki plesiosaur iskeletini buldu. Hayatı boyunca, tarih öncesi yaratıklar hakkında devrim niteliğinde pek çok gözlem yaptı fakat cinsiyeti nedeniyle hiçbir zaman tam anlamıyla bilimsel yaşama katılamadı. Keşifleri, bilimsel araştırmaları doğal tarih konusunda yeni açıklamalar için kritik öneme sahip olmasına ve Darwin’in evrim teorisini dile getirmesine zemin hazırlamasına rağmen, Londra Jeoloji Derneği’ne katılmaya uygun değildi.

Mary Anning’in etkisi ölümünden ancak yıllar sonra anlaşıldı ve 2010 yılında, Kraliyet Cemiyeti onu bilim tarihindeki ilk on İngiliz kadından olarak adlandırdı.

3. Henrietta Leavitt (1868-1921)

Günümüzde bilgisayarlar makinedir ancak Leavitt’in zamanında bu terim, Harvard tarafından gözlemevlerinden gelen verileri analiz etmek için işe alınan kadın gökbilimciler için kullanılırdı. Leavitt’i işe alan Edward Charles Pickering, onu değişken yıldızlara bakmakla görevlendirdi. Bu yıldızlar öngörülebilir aralıklarla parlar ve sönerdi. Leavitt, kendisine sağlanan verileri kullanarak bu yıldızlardan 2400’den fazlasını tanımladı ve sınıflandırdı. Değişken yıldız türlerinden Cepheidlerin periyodu ile parlaklıkları arasında ilişki olduğunu keşfetti. Bu keşif, gökbilimcilerin evreni görme biçimini değiştirdi. Sadece bilim adamlarının uzak galaksilere olan mesafeyi ölçmesine izin vermekle kalmadı, aynı zamanda evrenin yapısı ve ölçeği hakkında yeni anlayışların yolunu açtı.

4. Lise Meitner (1878-1968)

Avusturyalı fizikçi Lise Meitner, nükleer fiziğe olağanüstü katkılarda bulundu ancak bu, Nobel Ödülü’nü paylaşmasına yetmedi. Almanya’daki ilk kadın fizik profesörü olan Meitner, sık sık kimyager Otto Hahn ile ortak çalıştı. Hitler iktidara geldikten ve Meitner Hollanda’ya kaçmak zorunda kaldıktan sonra bile Hahn ile yazışma yoluyla iş birliğine devam etti.

Hahn’ın deneyleri uranyum çekirdeğinin parçalanabileceğini gösterdiğinde, neler olduğunu tam anlamıyla açıklayan Meitner’in fiziğiydi ancak Nobel Komitesi ödülü yalnızca Hahn’a verdi. Komitenin mühürlü kayıtları kamuoyuna açıklandıktan ve Meitner’in katkılarının nasıl ciddi şekilde küçümsendiği ortaya çıktıktan sonra, Meitner ölmüş olmasına rağmen aralarında element 109’un ‘meitnerium’ olarak adlandırılması da bulunan sayısız onur ödülü almıştır.

5. Alice Ball (1892-1916)

Afro-Amerikan kimyager Alice Ball, kısa yaşamında cüzzam tedavisinde devrim yarattı. Aynı zamanda Hawaii Üniversitesi’nde yüksek lisans derecesi alan ilk kadın ve ilk Afro-Amerikan’dı. Oradayken Dr. Harry Hollmann ondan, Hawaii’de büyüyen halk sağlığı krizinin nedeni olan cüzzam için tedavi vaat eden ancak etkili şekilde kullanılması zor olan ‘chaulmoogra’ yağını analiz etmek için yardım istedi. Ball, yağın aktif bileşenlerini izole etmek için yol geliştirdi ve enjekte edilmelerini sağladı. Trajik şekilde Ball, sonuçlarını yayınlayamadan hastalıktan öldü ve daha sonra Ball’un bulduklarını yayınlayan kimyager ona kredi vermedi. Neyse ki Hollmann, adının hatırlanmasını sağladı. Ball’un tedavisi 1940’ların ortalarına kadar cüzzam hastaları için en iyi seçenek olarak kaldı ve bugün Hawaii, her dört yılda 29 Şubat’ta Alice Ball Günü’nü kutlayarak çalışmalarının etkisini kabul etmektedir.

6. Gerty Cori (1896-1957)

Çek Cumhuriyeti’nde büyüyen Cori, kadınların bilim ve tıpta marjinalleştirildiğini biliyordu ancak ailesinin teşvikiyle tıp okumaya kararlıydı. 1922’de, o ve kocası Carl Cori, ABD’ne göç etti ve tıbbi araştırmalara başladı. Evli çift olarak birlikte çalışmaktan caydırılsalar da ortaklıkları son derece verimliydi ve bu iş birliği düzinelerce makaleyle sonuçlandı.

Vücudun kas dokusundaki karbonhidratları laktik aside dönüştürmek için kimyasal reaksiyonları nasıl kullandığını ve ardından onu yeniden metabolize ettiğini gösteren Cori döngüsünü keşfettiler. Gerty Cori, ayrıca glikojen depo hastalığı üzerinde de çalıştı ve enzimdeki kusurun insan hastalığına neden olabileceğini gösteren ilk kişi oldu. Öte yandan Cori döngüsü, çifte 1947 Nobel Ödülü’nü kazandırarak Cori’yi tıp alanında Nobel alan ilk kadın yaptı.  

7. Helen Taussig (1898-1986)

Kadın bilim insanlarından Taussig’in doktor olarak kariyer yolculuğu pek kolay değildi: 1927’de Johns Hopkins’ten tıp diplomasını almadan önce şiddetli disleksi, çocukluk hastalığından kaynaklanan işitme kaybı ve cinsiyete bağlı ayrımcılıkla mücadele etti. Bu zorlukların üstesinden geldikten sonra Amerikalı doktor, pediatrik kardiyoloji alanını kurmaya devam etti. En çok, ölümü oranı çok yüksek olan doğum kusuru ‘mavi bebek sendromu’nun nedenini keşfetmesiyle tanındı. Taussig onarım prosedürü konseptini geliştirdikten sonra, Johns Hopkins Hastanesi’ndeki iki meslektaşıyla birlikte çalışarak binlerce bebeğin hayatını kurtaran tekniği tasarladı. Üstelik araştırma çalışmalarına 87 yaşında vefat ettiği güne kadar devam etti.

8. Barbara McClintock (1902-1992)

Amerikalı genetikçi Barbara McClintock, 1921’de Cornell’in Ziraat Okulu’nda ilk genetik dersini aldığında, hemen büyülendi ve bundan sonra genetikle yaşayacağını biliyordu. 1948’de, mısırdaki genetik kod bölümlerinin kromozomlarındaki konumları değiştirebileceğini keşfetti ancak bilim adamları genlerin mutasyon dışında değişebileceğine inanmadıklarından onun çalışmasına şaşırma hatta düşmanlık ile yanıt verdiler. Kariyeri boyunca kontrol elemanlarını araştırmaya devam ederken 1953’te onlar hakkında makale yayınlamayı bıraktı. Genetikçiler, genetik aktarımının önemini ve McClintock’un araştırmasının çığır açan doğasını 1960’ların sonlarına kadar fark etmediler. McClintock, 1983’te Nobel Fizyoloji-Tıp Ödülü’nü kazanarak paylaşmadan ödül alan tek kadın oldu.

9. Rachel Carson (1907-1964)

Amerikalı deniz biyoloğu Rachel Carson Silent Spring’i yayınladığında, sentetik pestisitlerin gelişigüzel kullanımının tehlikelerine dikkat çekmekle kalmadı, ayrıca modern çevre hareketinin de başlatılmasında yardımcı oldu.

Carson, kariyerine ABD Balık ve Yaban Hayatı Servisi’nde başladı ancak okyanus yaşamı hakkında yazdığı makaleler ve kitaplar son derece popüler hale geldikten sonra, tam zamanlı olarak bilimsel yazılar yazmaya başladı. Silent Spring 1962’de piyasaya sürüldüğünde Carson, tedavilerini geride bırakan meme kanserine ve kimya endüstrisinden gelen yoğun eleştirilere karşı eşzamanlı savaşına rağmen güçlü durdu. Carson’ın ölümünden sonra bile, kitabı çevre ve halk sağlığı konularında halkın ilgisini çekti ve Nixon İdaresi Çevre Koruma Ajansı’nı kurdu. ‘Silent Spring’ 20. yüzyılın kurgusal olmayan en etkili eserlerinden olarak kabul edilir.

10. Rita Levi-Montalcini (1909-2012)

Montalcini, Yahudi ve İtalyan kadın olarak eğitimini tamamlamadan önce kariyerinde faşizm ve anti-Semitik yasalardan kaynaklanan sınırlamalarla karşı karşıyaydı. Dünya savaşı patlak verdiğinde İtalya’da kalmayı seçti ve işine devam edebilmek için evinde geçici laboratuvarını kurdu. Savaştan sonra ABD’ye taşındı ve burada meslektaşıyla birlikte, hücrelerin büyümesini düzenleyen ve tümörlerin gelişiminde özellikle önemli rol oynayan protein olan sinir büyüme faktörünü keşfetti. Ancak keşfin bilim topluluğu tarafından tam olarak tanınması ve kendisine Nobel Tıp Ödülü’nün verilmesi neredeyse 30 yıl sürdü. Öldüğü zaman, Levi-Montalcini yaşayan en yaşlı-Nobel ödüllü ve 100 yaşına kadar yaşayan ilk Nobel ödüllü kişiydi.

Ayrıca Ünlü 10 Türk Bilim İnsanı ve Çalışmalar adlı yazımızı inceleyebilirsiniz.

11. Chien-Shiung Wu (1912-1997)

Kadın bilim insanlarından Chien-Shiung Wu Çin’de doğdu ancak tavsiye üzerine 1936’da nükleer fizik doktorası için Michigan Üniversitesi’ne gitmek üzere ABD’ye gitti. Michigan’da kadınların ön girişi kullanmasına izin verilmediğini öğrenince planlarını değiştirdi ve onun yerine California Üniversitesi, Berkeley’e gitti.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Manhattan Projesi’nin parçası olarak, uranyum metalini çeşitli izotoplara ayırma sürecinin geliştirilmesine yardımcı oldu. Paritenin korunumu olarak adlandırılan varsayımsal fiziksel yasayı çürüten Wu Deneyi’ni yürütmekle tanındı. Nobel Komitesi katkılarını görmezden gelse de deneyi, bazı meslektaşlarının 1957 Nobel Fizik Ödülü’nü kazanmasının yolunu açtı. Daha sonraki kariyerinde, bilimlerde cinsiyetçilik hakkında da açık sözlü hale geldi. 1964’te katıldığı sempozyumda şöyle sordu: Merak ediyorum. Küçük atomlar, çekirdekler, matematiksel semboller veya DNA molekülleri… Acaba hangisi eril muameleyi tercih ediyor?

12. Rosalind Franklin (1920-1958)

Rosalind Franklin 1952’de 51. Fotoğrafını (DNA’nın ilk fotoğrafı) çektiğinde, bilimsel tartışmanın merkezi olacağı hakkında hiç fikri yoktu. İngiliz kimyager ve başarılı X-ışını kristalografının görüntüsü, DNA’nın yapısını tanımlamaya çalışan James Watson ve Francis Crick ile izni olmadan paylaşıldı. Franklin’in resmi, DNA’nın çift sarmal biçimini aldığı sonucuna varmalarını sağladı ancak keşifle ilgili makalelerinde Franklin’den sadece dipnotta bahsettiler. Watson, Crick ve Maurice Wilkins 1962’de bilime katkılarından dolayı Nobel Ödülü’nü alırken Franklin dört yıl önce henüz 37 yaşındayken kanser nedeniyle vefat etmişti ve ödüle hak kazanamadı. Franklin’in DNA’nın sırlarını çözmeye yaptığı katkıların, özellikle okullarda ne kadar sıklıkla gözden kaçırıldığı fark edildiğinde onun hikayesi, cinsiyetçilik nedeniyle çalışmaları için kredi verilmeyen kadın bilim insanları arasında en ünlü ve en korkunç örneklerden olmaya devam etmektedir.