Kız Kulesi'nin Gerçek Hikayesi ve Anlatılan Efsaneler

Minik Tospik yazdı. 9 Mayıs 2021 995 okunma

Antik Çağ'da Arkla ve Damialis gibi isimler verilen Kule, bir dönem Leandros'un kulesi ismi ile ün yapmış, günümüzde ise Kız Kulesi olarak anılmaktadır.

Bugün Üsküdar Salacak sahili açıklarında, iki kıta arasında konumlanmış olan Kız Kulesi’nin tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Kimi kaynaklar tarihinin M.Ö 341’e dayandığını söyler.  Buna göre ortalama 2400 yıllık tarihiyle Antik Çağ'dan günümüze kadar İstanbul’un tarihsel süreçlerine tanıklık ettiğini söylemek mümkün. Tüm bilinmezleri ve efsaneleri ile denizin ortasından koca şehre gözcülük etmiş Kız Kulesi…

Kız Kulesinin Tanıklık Ettiği Dönemler

1. Antik Çağ Dönem

Günümüzden binlerce yıl önce, karadan koparak şu anda Kız Kulesi’nin üzerinde olduğu bir adacık oluşmuş. Tarihsel kayıtlarda bu adacıktan ilk kez M.Ö. 410’da söz edilir. Komutan Alkibiades, Boğaz’a gelen gemileri denetlemek ve onlardan vergi almak için adaya bir kule inşa ettirir. Bugünkü Sarayburnu mevkinden adaya dev bir zincir gerilir ve böylece kule Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir istasyon halini alır. Aynı tarihsel dönemde M.Ö. 341’de Antik Yunan Komutanı Chares’in, kulenin bulunduğu adacığa eşi için, mermer sütunlar üzerinde bir anıt mezar yaptırdığı biliniyor.

Ayrıca Ah Bir Ataş Ver Türküsünün Hikayesi adlı yazımızı inceleyebilirsiniz.

2. Roma Dönemi

M.S. 1110’larda İmparator Manuel Comnenos, şehrin savunmasını sağlamak için iki tane kule yaptırır. Bunlardan biri Mangana Manastırı yakınında (günümüzde Topkapı Sarayı sahili) diğeri ise Kız Kulesi’nin bulunduğu yerde inşa edilir. Ardından İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’dan geçirmemek, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatır.

3. Bizans Dönemi

Bizans Döneminde Kule sık sık harap olmuş ve tekrar tekrar onarılmıştır. Dönemin en önemli olayı İstanbul Kuşatması’dır. İstanbul’un fethi sırasında Bizans’lılara yardıma gelen Venedik’li Gabriel Treviziano komutasındaki filo bu adacıkta konumlanarak burayı üs olarak kullanır. Bu açıdan stratejik konumunu koruduğu söylenebilir.

4. Osmanlı Dönemi

İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet adacıktaki kuleyi yıktırarak yerine etrafı surlarla çevrili, küçük bir kale yaptırır. İçine de toplar koydurur. Ancak savunma kalesi olmaktan çok, gösteri kalesi olarak kullanılır. Kule’nin alt bölümü Fatih Sultan Mehmet döneminden kalmadır. 1510 yılında büyük bir deprem olur ve yapı ağır hasar görür. Yavuz Sultan Selim döneminde yeniden yapılır. Adacığın çevresi sığ olduğundan deniz feneri vazifesi görsün diye, tepesine bir fener yaptırılır.

5. Cumhuriyet Dönemi

İkinci dünya savaşı zamanında, 1943 senesinde Kızkulesi’nde yenileme çalışması yapılır. Çürüyen ahşap aksamlar tamir edilir. Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenir. Kulenin etrafına büyük kayalar yerleştirilir ve denize kayması önlenir.  Kızkulesi, 1959 yılında orduya devredilir. O dönemde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğaz’daki deniz ve hava trafiğini denetleyen bir radar istasyonu olarak kullanılır. 1983 yılından sonra kule, Denizcilik İşletmeleri'ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmaya devam edilir.

6. Günümüzde Kızkulesi…

1995 yılında Kızkulesi’nde bir restorasyon süreci başlar. Restorasyon çalışmasında binlerce yıllık bir geçmişe sahip bu gizemli mekânın, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalınır. 2000 yılında Kız Kulesi’nin kapıları ziyarete açılır. Günümüzde özel bir işletmenin himayesinde olan tarihi mekân yerli ve yabancı ziyaretçilerine hizmet veren Kız Kulesi; düğün, toplantı, tanıtım, iş yemeği gibi pek çok özel davet ve organizasyona da ev sahipliği yapar. Bu arada hala gösteri kuleliği özelliğini korur, önemli günlerde buradan top atışları yapılır.

Ayrıca Galata Kulesi'nin Hikayesi adlı yazımızı inceleyebilirsiniz.

7. Ya Efsaneler?

Ne kızını çok seven ve yılan sokmasın diye onu Kız Kulesi’ne saklayan bir baba, ne birbirine çok aşık iki gencin hazin sonu ve ne de sevdiği kızı kuleden kaçırıp, ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ sözünü söyleyen kahraman yok bu anlatılanlarda. Yani bu anlatılanlara göre Kız Kulesi’ne ev sahipliği yapan bu adacık hiçbir zaman düşündüğümüz gibi romantik bir yer olmamış.

Ancak tedavisi mümkün olmayan romantikler, hayal etmeden yaşayamadığı gibi efsanelere inanmaktan da kolay kolay vazgeçmez. O yüzdendir ki bu romantizmi yaşatan efsaneleri aktarmadan bu yazıyı bitirmemiz haksızlık olur bize göre…

Leandros Efsanesi

Efsaneye göre Antik çağda Damalis denen bölgede (günümüzde Üsküdar) Tanrıça Afrodit adına yapılmış bir tapınak vardır. Hero, genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerindendir ama Kulede kumrulara bakmakla görevli olduğundan orada yaşar. Bahar geldiğinde, doğanın uyanışına tanıklık etmek üzere törenler yapılır, aşkı bulamayanlar ya da sevgililerine kavuşmak isteyenler Afrodit'e dua ederler. Bu törene Leandros da gelir ve burada Hero'yu görür. İki genç daha ilk bakışta sevdalanırlar. Ancak Hero’nun rahibe oluşu ve evlenmesinin yasak olması bu aşkın önünde büyük bir engeldir. Hâlbuki Leandros, ne olursa olsun Hero’ya kavuşmak arzusundadır.

Bir gece Leandros kıyıdan kuleyi seyrederken, bir anda kulenin tepesinde bir meşalenin yandığını görür. Hero, Leandros’a işaret vermektedir. Bu mesajı alan, iyi de bir yüzücü olan Leandros, hiç düşünmeden Boğaz’ın sularına atlar. Meşale ışığının gösterdiği çizgide var gücüyle yüzerek kuleye ulaşır genç adam. İki genç, o gece aşklarını kutsarlar. Kız Kulesi o günden sonra her gece iki gencin gizli ve yasak aşklarına tanıklık eder.

Leandros yine böyle bir gecede, biricik aşkına kavuşmak için denizin sularına bırakır kendini. Hero da meşalesiyle, Leandros’a yol gösterir her zaman olduğu gibi. Ancak o gece denizde fırtına vardır. Hero’nun, biricik aşkına yol gösteren meşalesi söner fırtınada. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, nereye doğru yüzeceğini bilemez, Kule’den gittikçe uzaklaşır ve boğazın karanlık sularında kaybolur. İçini kaplayan dayanılmaz endişe ile sabaha kadar sevgilisini bekleyen Hero, sabah Leandros’un cansız bedenini karşı kıyıda görünce, bu acıya dayanamaz ve kendini Kızkulesi'nden Boğaz’ın sularına bırakır.

Yılanlı Efsane

Bizans imparatorunun bir kızı olur. İmparator buna çok sevinir ve kızının doğum gününü, ülkesinde bayram ilan eder. Prensesin doğum günü her sene görkemli törenlerle kutlanır. İmparator, bilginlerinden, kızının tahta hazırlanması için eğitilmesini ister. İçlerinden yaşlı bir bilgin, ‘prensesin on sekiz yaşına gelmeden bir yılan tarafından sokularak öleceği’ şeklinde bir kehanette bulunur. Bunu öğrenen imparator, denizin ortasındaki küçük bir adacık üzerindeki kuleyi onararak kızını buraya saklar.

Böylece yıllar geçer. Kaderden kaçılmaz der gibidir hayat… İmparatorun kızının on sekizine basmak üzere olduğu günlerden birinde kuleye gelen üzüm sepetlerinden birinde bir yılan vardır. Sepetten süzülerek prensesin tenine ulaşan yılan bütün zehrini salar üzerine ve kehanet gerçek olur. Prenses on sekiz yaşına gelemeden ölür... İmparator, kızının ölümüne çok üzülür. Kızı toprağa gömülürse, yılanların bu kez de onun ölüsünü rahat bırakmayacağını düşünerek, cenazesini mumyalatır ve pirinç bir tabut içinde Ayasofya'nın en yüksek duvarına yerleştirilmesini emreder. Gelin görün ki o tabutun üstünde delikler vardır ve yılanın, prensesi ölümünden sonra da rahat bırakmadığı rivayet edilir.

Battal Gazi Efsanesi

Osmanlı Dönemi’nde geçen bu hikâyede Battal Gazi'nin askerleri ile birlikte Kızkulesi'ne baskın yaptığı ve kulede saklanan hazineleri de alarak, Üsküdar Tekfuru'nun kızını kaçırdığı anlatılır. Hikâye şudur:

İstanbul’u (Constantinopoli) kuşatmaya gelen Battal Gazi, kuşatmadan bir sonuç alamayınca Kızkulesi önündeki kıyıya karargâh kurar ve yedi sene burada kalır. Battal Gazi’nin Üsküdar’da bu kadar uzun süre kalmasının asıl sebebi, tekfurun kızına sevdalanmasıdır. Üsküdar tekfuru, Battal Gazi Şam seferine çıkınca kızını hazineleri ile birlikte kuleye kapatır. Seferini tamamlayıp İstanbul’a dönen Battal Gazi, kızın kuleye kapatıldığını öğrenir. Kayık ile Kızkulesi’ne gider, tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra kıyıya döner. Orada atına atlayıp Üsküdar’ı terk eder. "Atı alan Üsküdar'ı geçti" lafının da bu hikâyeden geldiği rivayet edilir.